Ana içeriğe atla

Mer-Ha-Ba


     Işık, gözlerimi açmama ilk başta engel olmuştu. Yaşarmış gözlerimi tamamen açtığım zaman bir yatağın üzerinde durduğumu fark ettim. Etrafa bakmak istedim ama kafamı çeviremiyordum. Konuşmak istiyordum ama hangi kelimeyi kullanacağımı bilmiyordum, açıkçası hiçbir şey bilmiyordum. Sadece gözlerimi hareket ettirirken, beynimde bir acı hissetmiştim. Hafif ve kısa süren bir acıydı. Sonrasında ise her şey farklı bir hale gelmişti. Az önce gördüğüm, siyah-beyaz nesnelerin hepsi bir anda renklenmişti. Vücudumu hissedebiliyordum artık. Ayağa kalkmanın zamanı gelmişti, sanırım. Ayağa kalktığımı hatırlamıyorum ama ayaktaydım. Küçücük odada, yatak dışında sadece çocuk oyuncakları ve ben vardım. Dimdik durmaktan sıkılmıştım, adım atmak istiyordum ama nasıl yapacaktım? Kapısı ve penceresi olmayan beyaz duvarlara sahip olan o küçücük odanın tavanından bir ses duydum. Daha kafamı kaldıramadan, bir şey beni sarstı. “Mekanik şeyler” beni sarmıştı ve yürümeye başlamıştım. Harika bir duyguydu. Dakikalarca yürüdükten sonra bana yardım eden o “mekanik şeyler” geldiği gibi gitmişti. Kafamı kaldırıp tavana baktığım zaman bir şey yoktu. Uzun bir süre yalnız kalmıştım. Sonra tekrar gelmeyeceğini anladığım zaman, yeniden yürümeye başladım. Çocuk oyuncaklarını, eze eze yürüdüm. Dört duvar arasında, dolanarak yürüdüm. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum ama durduğum zaman yerde bir adet bile oyuncak yoktu, sadece toz vardı. Bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmeye başladım. Işık, nereden geliyordu? Odanın içerisinde loş bir ışık vardı ama bu ışığın nereden geldiğini bilmiyordum. Işığın nereden geldiğini düşünürken tavan, tekrardan açılmıştı. Bakmak istiyordum ama tavan kapanana kadar bakamadım. Baktığım da ise hiçbir şey yoktu. Kafamı odanın boş duvarına çevirdiğim zaman ise bir adet ayna vardı. Baktığım zaman gözlerim kamaşmıştı. Mecazi anlamda değil, gerçekten de gözlerim kamaşmıştı. İlk başta aynanın ışık saçtığını zannediyordum ama bir süre sonra ışığın gözlerimden çıktığını anlamıştım. Gözlerim, bu odanın tek ışık kaynağıydı. Her şey çok hızlı ilerliyordu. İlk önce yürümeyi düşünürken şuan ise sadece nerede olduğumu düşünüyordum. Yatağa oturmaya çalışırken, paslanmış eski demirler ağırlığıma dayanamayıp kırılmıştı. Ayağa kalkıp çöken yatağa baktığım zaman, çarşafların yırtık ve soluk olduğunu fark ettim. İlk uyandığım zaman böyle değildiler. İçimde garip bir his vardı. O an ne olduğunu bilmiyordum ama şimdi biliyorum. Korkuyordum. Yaşadığım ilk duyguydu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Oda da koşmaya başladım. Yürümekten daha eğlenceliydi. Bir noktadan sonra hızlanmaya başlamıştım. Büyük bir oda olmadığı için sürekli etrafa çarpıyordum. Sürekli bir yere çarpıyordum ama hissettiğim acı çok hafifti. Durmamı engelleyecek kadar büyük bir acı değildi. Aynaya çarpıp onu kırdıktan sonra durdum. Çünkü ayna kırıldıktan sonra bir şeyi fark etmiştim. Kıyafetlerimi fark etmiştim. Sadece beyaz tişört ve aynı renkte bir pijama giyiyordum. Yüzümü fark edemiyordum. Kırık cam parçalarını bir hale getirip bakmaya çalıştım ama gördüğüm suratı tanımlamakta zorlanıyordum. Çok geçmeden, tekrar sorgulamaya başladım. Neden buradaydım? Dikkatim çok çabuk dağılıyordu çünkü bu soruyu düşündükten hemen sonra korku duygumun geçtiğini hissetmiştim. Onun yerini acı duygusu almıştı. Önceki gibi hafif bir acı değildi. Vücudumu kaplayan bir acıydı. Çıplak ayaklarımın cam parçaları yüzünden parçalandığını fark ettim, kan ise çok sonradan akmaya başlamıştı. Az önce hissettiğim ama tepki vermediğim acı duygusunun yerini tekrardan korku duygusu almıştı. Bu çok daha garipti çünkü fiziksel bir acı değildi. İçimde olan bir acıydı. Yerde diz çökmüş bir şekilde durduğumu fark ettim. O sırada tavan tekrar açılmıştı, bu sefer bakmak bile istemiyordum. Tavandan gelen sesler bittikten bir süre sonra ayağa kalkıp arkama baktım. Eskimiş beyaz halının üstünde, bozulmuş bir zeka küpü vardı. Daha önce bir zeka küpü görmemiştim ama ne olduğunu biliyordum. Önünde diz çöküp bir süre ona baktım ve dayanamayıp elime aldım. Düzeltmeye çalıştım, en azından bir süre uğraştım. Uzunca bir süre uğraştıktan sonra hala yapamadığım için öfkelenmeye başladım. Sadece acı ve korku duygusunu yaşadıktan sonra garip gelmişti. Zeka küpünü, kırılan yatağımın hemen üstüne fırlattım ve bekledim. Sanki birini beklermişcesine olduğum yerde durdum. Sonra dayanamayıp tekrar küpü alıp çözmeye başladım. Kendi kendime bir algoritma oluşturdum. Küpü çözmek için onlarca belki de yüzlerce algoritma kullanmış olmalıydım. En sonunda başarmıştım. Çözmüştüm. Öfke duygusu gitmişti. O an için yerini başka bir duygu almamıştı, ta ki tavan açılana kadar. Çok büyük bir ses ile açılmıştı. Bu sefer bakabiliyordum. Kafamı sonunda tavanda açılan deliğe çevirebilmiştim ama gördüğüm tek şey karanlıktı. Gözlerimden saçtığım ışık, karanlığı aydınlatamıyordu. Tavan kapanana kadar oraya odaklandım, kapandıktan sonra ise etrafıma bakmaya karar verdim. Değişen bir şey göremiyordum, biraz daha ayrıntılı bir şekilde baktıktan sonra kırık cam parçalarının arasında bir kalemin olduğunu fark ettim. Kalemi elime aldığım an ilk olarak ağırlığı dikkatimi çekti. İlk defa bir nesnenin ağırlığını hissediyordum. Kalem, hafifti. Kalem ile ne yapacağımı bilmiyordum. Bir süre boyunca, tahta kalemi inceledim. Ardından ayağa kalkıp önümde ki duvara bir şeyler çizmeye başladım. Ne çizeceğimi bilmiyordum. Öylesine ellerimi hareket ettiriyordum. Hoşuma gidiyordu. Durmadan çiziyordum. Ta ki başladığım noktaya dönene kadar. Duvarın bir ucundan, diğer ucuna kadar bir şeyler çizmişim de haberim yok. Kalem, kelimenin tam anlamıyla yok olacak gibi duruyordu. Kalemi elimden bırakıp olduğum yerde dönerek çizdiğim onca şeye baktım. Baktığım zaman kalemi tutuşumdan, ellerimi sallayış hızına kadar yaptığım hareketleri hatırlıyordum. Sevinmiştim. Bir şeyler yapabildiğim için sevinmeye başlamıştım. Bu duygu da sevmeye başladım. Neşe duygusu çok güzeldi, bitmesin istiyordum. Bundan önce hissettiğim duygulardan daha iyiydi. Çok kısa süren bir duyguydu. Tavandan gelen sular yüzünden çizdiğim her şey, mahvolmuştu. Değer verdiğim bir şeyin yok olmasını ilk defa o an hissettim. Üzüntü duygusunu da ilk o an hissetmiştim. Islandıktan sonra daha da beter hale gelen yatağımın üzerinde oturup bekledim. Tavanın tekrardan açılmasını bekledikten hemen sonra hafif bir ses duydum. İlk başta tavandan geldiğini sandım ama tavan açılmamıştı. Ses giderek artıyordu. Odanın içerisinde bulunan bir eşyadan gelmediğini biliyordum. Ses git gide artıyordu. Kulağıma gelen şey, müzikti. Kafamı, hafifçe sağa ve sola sallıyordum. Sonra ise aynı anda ayaklarımı hareket ettiriyordum. Müzik, tekrar ve tekrar uzunca bir süre çaldıktan sonra durdu. Yerini başka bir müzik aldı. Önce ki gibi sakin değildi. Biraz daha hareketliydi. Sözler çok hızlıydı ve ayağa kalkma gereği duydum. Yalnız olduğum o küçücük oda da dans ediyordum. Tabi, buna dans etmek denirse. Yavaş yavaş müziğe ve sözlere ayak uyduruyordum. Zeka küpü için düşündüğüm algoritmaları hatırladım ve aynısını bir daha yapmak istedim. Dans etmek için belirli bir algoritma düşündüm. Onlarca farklı algoritmayı da denedim. Hangisi doğru bilmiyordum ama umurumda da değildi. Neşe duygusunu tekrardan hissedebiliyordum. Durmadan dans ettim, müzik bittikten sonra bile dans etmeye devam ettim. Durduğumda ise etrafımda bulunan her şeyin sararmış olduğunu gördüm. Müzik eşliğinde dans ettiğim sırada tavan tekrardan açılmış olmalı çünkü eskimiş duvarın üzerinde bir saat vardı. Saat dokuzdu. Zaman kavramını algılamam beni uğraştırmıştı. Çok uzunca bir süre saate baktım, nasıl işlediğini çözmek için saatin tekrar ve tekrar tur dönmesine baktım. Zaman, çok hızlı geçiyordu. Sakallarımın çıktığını hissedecek kadar hızlı geçiyordu. En son tavan açılıp, odaya tahta ve çivileri yerleştirmeden önce saat dokuzdu. Malzemelere bir süre bakıp ardından kafamı saate çevirdiğim zaman ise saat yediydi. Sadece saat olarak ne kadar geçtiğini biliyordum o kadar, kaç gün geçtiğini bilmiyordum. Sonunda, ne yapmam gerektiğini anlamıştım. Tahtalar ile bir şey yapmam lazımdı. Ne yapacağımı biliyordum ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Önümdeki malzemelerle yapılacak tek şeyin bir sandalye olduğunu, saatin kırk yedi kere tam tur dönmesinden hemen sonra anlamıştım. Dediğim gibi, zaman çok hızlı geçiyor. O yüzden yaptığım sandalyeye oturup, tekrar saati izledim. Sayı bilgimin yettiği kadar saati izledim. Bir noktadan sonra kaçta olduğumu unuttum. O an için hatırladığım tek şey sakalımın uzunluğuydu. O süre boyunca tavan bir kez bile açılmamıştı. Bense o süre boyunca sürekli düşünüyordum, bir yerde tıkanıyordum. Belli bir ana kadar düşünebiliyordum ama sonra yapamıyordum. Tekrardan düşünmeye başlıyordum. Ne düşündüğümü bilmiyorum ama sürekli tekrardan başladığım için tüm küçük ayrıntıların üzerinden yüzlerce kez geçmiş olmalıyım. O kadar konsantre olmuştum ki, oda da benden başkasının olduğunu hissetmem hızlı olmadı.



     Bir şey kokuyordu. İlk defa bir şeyin kokusunu alıyordum. Çiçek. Aynen, bir çiçek gibi kokuyordu. Çiçeğin nasıl koktuğunu bilmesem de, çiçek gibi kokuyordu. Kafamı, kokuya doğru çevirmeden önce uzun bir süre boyunca olduğum yerde durup kokuyu hissetmeye çalıştım. Kokunun, kimden geldiğini öğrenmek için kafamı çevirdim ve bir kadın gördüm. Kafamı çevirir çevirmez gördüğüm ilk şey, gözleriydi. Saatlerce, sadece gözlerine odaklandım. Bir kere bile gözlerimi kırpmadım, sadece onun gözlerine odaklandım. Gördüğüm en güzel kişiydi. Teknik açıdan gördüğüm tek kişiydi. Onu nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum. Yüzünü hatırlıyorum ama açıklayamıyorum. Sadece, güzeldi. Hissettiğim tüm o duyguları tek bir seferde hissetmeye başladım. Yaşadığım ve yaşamadığım tüm o duyguları tek bir seferde yaşıyordum. İkimiz de birbirimize baktığımız o süre zarfı içerisinde çok garip duygu karmaşası yaşıyordum. Göz kırpmaya başlamıştı. Ardından hemen, adeta çürümüş yatağın üzerinden kalkıp birkaç adım önümde durdu. Beyaz pijamasının cebinden bir adet kalem çıkardı. Belki benim üzerimde de bir kalem vardır düşüncesiyle elime cebime attım ve onunkisine benzer tahta bir kalem çıkardım. Duvarlar berbat bir halde olduğundan dolayı halıyı yatağın üzerine kaldırıp zemine çizmeye başladık. Her şey aniden oldu. Aynı anda bunları düşünüyorduk sanki. Zemin de en ufak yer kalmayacak şekilde bir şeyler çizdik. Tahminimce, o da benim gibi ne çizdiğini bilmiyordu. Kalemlerimiz, işe yaramaz hale geldikten sonra yerde oturarak birbirimize baktık. O an, onun ne düşündüğünü bilmiyordum ama ben ne düşündüğümü biliyordum. İlk defa ne düşündüğümü biliyordum. Bir an için saate baktı. Ben ise, bakmak istemedim. Onunla geçirdiğim zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bilmek istemiyordum. Zamanın hızlı geçtiğinin farkındaydım. İkimiz de değişiyorduk. Yüz hatlarından, saçına kadar her şey değişiyordu. Aynı değişimi kendimde de hissediyordum. O yüzden saate bakmak istemiyordum. Müzik çalmaya başlamıştı. Öncekilerden farklı bir müzikti. Müziği dinleyip ona baktığım zaman çok daha rahat hissediyordum. İkimizde dans etmeye başladık. Beraber dans etmeye başladık. İkimiz de garip garip hareketler yapıyorduk. Sadece üç buçuk dakika boyunca dans ettik. Müzik, sadece bir kere çaldı. Müzik bittikten saniyeler sonra tavan açıldı ve mekanik şeyler ikimizi de kavradı. İkimizin de üstünde bir rahatsızlık hissi vardı. Kablolar bizi yukarı doğru çekmeye başlamıştı. Karanlığın içine doğru gidiyorduk. O an, düşündüğüm tek şey, onu kaybetmekti. Karanlıkta hiçbir şey göremiyordum. Onu kaybettiğimi zannettim. Yukarıdan gelen loş bir ışık sayesinde etrafımı görmeye başladım. Tam karşımda o da benimle birlikte yukarı çıkıyordu. Tamamen aydınlık olan mekana geldiğimiz zaman ilk başta sadece birbirimize baktık. İkimizde yan yana duran metal yataklarda yatıyorduk. Yüzlerimiz birbirimize dönüktü. Kafamızı çevirmek istemiyorduk, istesek de yapamıyorduk. Havaya kalktığımı hissettim. Vücudumu hissedemiyordum. Gözlerim, aşağıya bakarken kafamın olmadığı bedenimi gördü. Hiçbir şey hissetmiyordum. Birden bire durdum, sessizliğin ortasında durdum. Kafamın arkasında makineler bir şeyler yaparken duruyordum. Makineler gittikten sonra bir ses duydum. “Model T0R1, başarısız”. Saniyeler sonra aynı ses, aynı tonda konuştu. “Sebep, duygusal.” Konuşması bittikten sonra ses yok oldu sanmıştım. Aynı ses bana bir şeyler söylemeye devam etti. “Varolmuş ilk android Model T0R1, yaşadığın tecrübeyi tek bir kelime ile tanımla.” Nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum. En son dinlediğim müziği hatırladım. Üç buçuk dakikalık o müzikten bir söz hatırladım. Karşılık olarak bu sözü kullanmak istiyordum. Ses, bir daha konuştu.
“Varolmuş ilk android Model T0R1, yaşadığın tecrübeyi tek bir kelime ile tanımla.” Karşılığını hemen verdim.

“Mer-ha-ba”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hızlı ve Öfkeli 7 | İnceleme

Hızlı ve Öfkeli serisini ülkemiz de bilmeyen kalmadı diye düşünüyorum. Serinin hasılat açısından en düşük filmi olan Tokyo Drift ülkemiz de bir hayli sevilmişti. Özellikle soundtrack'i ile Şahinlerden çıkan bir motor sesine dönüşmüştü adeta. Hızlı ve Öfkeli serisi her zaman bizim için seviliyordu sebebi ise arabalar,basslı müzikler, hanımefendi kalçaları ve bolca aksiyon. Gençlerin en sevdiği türleri tek bir filmde toplamışlar resmen. Tokyo Drift'den sonra yapımcıların bunu bir ''dizi serisi'' haline getireceklerini göstermişlerdi bize. Aynı Harry Potter gibi her film sanki bir dizinin yeni bölümü gibiydi. Kimsenin de buna bir şey söylediği yok çünkü seviliyor. Serinin son filmi (şimdilik son film, 8. film gelecek merak etmeyin. Hatta 9 bile gelebilir.) çıkmadan önce filmin başrol oyuncularından Paul Walker bir araba kazasında vefat etmişti. Ne kadar ironik değil mi ? (Son kullandığım cümle tüm Hızlı ve Öfkeli 7 incelemelerinde bulunmaktadır.) İnsanlar buna inan

Kimsenin Okumaya Tenezzül Etmediği Bir Masalın Perisi

     Haftalardır adam akıllı evden dışarı adım atmadım. Sanki olmak zorundaymışım gibi bir köşede bekliyorum. Neyi veya niçin beklediğimi bile bilmiyorum. Belki bir ilham perisi bekliyorum ki bu sayede aptal bir şarkı yazabilirim. Ya da o ilham perisini sigara ve çay içmeye çağırabilirim. Biraz değişik bir şeyler tatsın değil mi? Sürekli birilerinin yanına gidiyor ve o kişiyi ödüllendiriyor. O kişi, perinin varlığından haberdar bile değil hatta perilere inanmıyor bile. İlham perisi bunun farkına varsa ve yaptığı işi bıraksa dünya onun için çekilmez bir hale gelirdi. Zira onun yapabildiği tek şey insanlara ilham vermek. Kulaklığını takıp uzun bir yola çıkmadı hiçbir zaman. En sevdiği yemek yok. Fobileri bile yok çünkü o işine o kadar aşık ki geri kalan her şeyi reddediyor. Bu güzel bir şey. Bir hayatı yok ama yine de bir amacı var. Başladığı yazıyı sürdürmek zorunda değil çünkü onun amacı yazmak ve devam etmek değil. Yazılanları okumak ya da gözden geçirmek. Ne yazabilir ki? "Sevgi

Unfriended - İnceleme

     Unfriended, duyurulduğu andan beri heyecanla beklediğim bir film oldu. Fragmanı çok sevmiştim, baya sevmiştim. Filmin ülkemiz de yayınlanmaması beni şaşırtmadı sadece üzdü. Sonunda filmi izleyebildim ve çok karmaşık hislere sahip oldum.      Filmin konusu, internete utanç verici videosu sızan bir kızın 1. ölüm yılında videoyu yükleyen kişi "yanına almak" için filmin karakterlerine dadanması. Bu kadar... yani öyle spesifik, karmakarışık bir hikaye yok. Filmin fragmanı yalandan ibaret! Aynı, Avengers: Age of Ultron filminin fragmanı gibi, yalan! Fragman da bizlere gösterilenle film de gösterilenler arasında dağlar kadar fark var. Mesela fragman da bizlere "korku" gösteriliyordu ama ben sadece filmin tek bir sahnesinde korktum. Bu film bir korku filmi değil. Belki bir gerilim filmi olabilir ama bir korku filmi değil! Fragman da hayaletin videoyu yükleyen kişileri teker teker sorguladığını görüyorduk adeta. Herkes birbirinden şüpheleniyor, içlerinden biri vide