Ana içeriğe atla

Her Şey Sensin Zaten Bir Tek

     Bilimsel terimlere ilk insanlığa baktığımız zaman, onlara insan demeye bile utanırız. Onlar birer mağara adamı da ondan. Sırf yaşadığı toprağı kendine göre biçimlendirmediği için veya yok etmediği için böyle sesleniyoruz onlara. Keşke bizi duyabilselerdi de bir taşın üzerine "Ne alaka lan?" yazıp, bulmamızı isteselerdi. Bizde farklı görüşler ortaya koyabilirdik. Mesela, ilk insanlığın hiçbir işe yaramadığı gerçeğini değiştirebilirdik. Şöyle bir durum var ki, onları sadece ateşi ve yazıyı buldukları için tebrik ediyoruz, bir zahmet edelim yani. Gel gör ki, zaman aka aka, gide gide bu tavırda değişime uğruyor. Sümerlilerin yazıyı bulmasına minnettar olmaktan çıkıp, "Amaan ne olacak, illaki biri bulurdu. Edison bulurdu, Obama bulurdu hatta bende bulurdum." konumuna geliyorlar. Tamamen bu cümleleri sarf etmeseler bile, insanlığa olan hürmetleri tam bu yönde ilerliyor. Onları günümüze kadar bıraktıkları eserleri yorumlayarak okulda çalışan kişilere öğretmeye çalışıyoruz. Asıl tarihi anlatsak nasıl olurdu acaba?

     Dünyada tek olan soyut veya somut bir madde söyleyebilir miyiz? Karanlık ne kadar varsa o kadar da güneş vardır. Savaş ne kadar yok ediyorsa, barış da o kadar sıfırdan topluyor. Özgürlük ne kadar varsa, onun yok olmasını isteyen yeşillikler var. Her şeyin, doğuştan sahip bir eşinin olması bir rastlantı değil. Bu düzenin kendisi. Zıtlıklar olmasaydı, doğru veya yanlışı nasıl ayırt etme kabiliyetine sahip olacaktık? Bu arada zıtlıklar sonradan var olmaz ya da tek bir bütünden ayrılmaz. Birlikte doğulur. Güneş, doğduğu zaman bir bakıma batmıyor zaten?

     Sahip olduğumuz şeylerin değerini bilmediğimiz için evrenin kendisi olan zıtlığa bile karşı geliyoruz. Onları sınıflandırıyoruz, birine iyi diğerine kötü anlam yüklüyoruz, birini severken bir diğerinden nefret ediyoruz. Pislik yapmayın. Hiçbir şey yapmayın aslında. Bir şeyler yaptığınız zaman, kafamıza ister istemez oturuyor. Örnek vermek gerekirse, ben öfkeyi kırmızıyla ilişkilendirmek istemiyorum. Öyle değil mi zaten? Öfke denildiğinde aklınıza gelen tonlama kırmızının elli tonu oluyor. Ama ben istemiyorum, kırmızıyı. İstemediğim için sistem dışlanmış olacak mıyım bilmiyorum ama kavrama anlamı ben yükleyemediğim için geçmiş, şimdiki ve gelecekti mağara adamları öfkeli bir çöp adamı çizerken, suratlarını kırmızı kalem ile çizecek. Mutluluğu ne ile kaleme alacağız? Pozitif renklerle. Pozitif renkler ne peki? Vişne çürüğü, kusmuk yeşili, "ayy saçların ne kaday güzzel olmuş" mavisi filan mı? Pozitif kavramına daha anlam yüklemeden, onun rengine anlam yüklüyoruz. Cidden nasıl olur da renklere bile anlam yükler hale geldik. Benim son yıllarda sıkça tekrarladığım bir cümleyle özetleyecek olursam, renklere bile birer cinsiyet yükledik. Bahsettiğim mağara adamlarına bile o isimleri bizler yükledik. Neden "adam"?

     Aslında, her şeye cinsiyet yükledik. Renklere, melodilere, nesnelere vesaire vesaire. Niye biliyor musunuz? Çünkü cinsiyet yüklemedikleri tek renk, yeşil. Yaşamanın her amacı gibi bu da ganimetten geçiyor. Pazar payını arttırmak ve çeşitlendirmek için bu tarz yöntemler kullanılıyor. Futbol dediğimiz şey akla gelince, genel itibariyle "erkek işi" olarak görürüz. Yıllarca, kızlar/kadınlar/bayanlar/majesteleri/matmazeller/elizabethler/natashaları hep ofsayt bilmez la onlar niye hor gördük. Erkeğin, sevdiği futbol takımı için aldığı her materyal, magazin programına "vay şerefsizin evladına bak be! Bindiği arabaya/takıldığı kıza bak hele. Para bok la bunlar da" demek için manevi birer destek oluyor. Ama sorsak, "devlet bizi sömürüyor, her şeyden vergi alıyor" derler. Ardından vatan millet sakarya. Bakım eşyaları altında, katledilen tabiat ananın tohumlarıyla satılan "vayt çaklıt mokalı parfümler" veya "angeline jolie'nin teyzesinin kız kardeşinin yengesinin evlatlık kızının yolda geçerken reklamını gördüğü ruju" büyük bir heyecanla satın almak sıradan insanları popülerleştirme ve onları görür görmez sebepsiz yere çığlık atma hormanlarını yükseltiyor. Televizyondan, itini koparan her şerefsizin silahla adam vurmasını göstere göstere ya da reklamlar bisküvi reklamı mı yoksa porno mu diyeceğiniz görüntülerle kazanç sağlamak varken neden beraber olalım ki? Aptal aptal kitapların fotoğraflarını çizip ciğeri beş para etmez yazarları ilahlaştıralım ya da milletin eline bir tesbih verelim ve sokağa salalım. İnan bana bu ikisi aynı şey. Gerizekalı insanların albümüne para yatırmakla da, sokaklarda uyuşturucu satmak da aynı şey.

     Şimdi, diyeceksiniz ki "Neden ikişer ikişer ayırdılar ki? Her iki tarafa da yöneltselerdi insanları?". Ne kadar güzel dedin be derim bende. Tek bir kola firması ya da çikolata firması neden tek bir ürün oluşturup onun üzerinden ilerlemiyor? Dediğim gibi, pazar piyasasını yönetme isteği ve bahsettiğim zıtlık. Eğer, kadın da erkek de aynı oranda futbol izleseydi, olay bir noktadan sonra monotonlaşacaktı. Özel hissetme duygusu ortadan yok olacaktı ve bu insanın egosuna ters düşeceği için maddi anlamda bazıları zarara uğrayacaktı. Ancak, futbolu sadece erkeğe yükleyerek bir de üzerine şiddet tozunu eklersek durum değişmiş olacak. Ataerkil bir şekilde yetişen birey, futbolu sahip olduğu 3. kulak gibi benimsemek zorunda kalacak çünkü o "erkek işi".

     Hani o kadar dedim ya, zıtlıkla doğulur. Bunun bir kaç istisnası var aslında. Bu istisnalar yüzünden, ilk paragrafı özel olarak mağara adamlarına ayırdım. Çünkü onların zamanında, yeşilin tek bir anlamı vardı.

     Herkesi sevin, olur mu? Rica ediyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hızlı ve Öfkeli 7 | İnceleme

Hızlı ve Öfkeli serisini ülkemiz de bilmeyen kalmadı diye düşünüyorum. Serinin hasılat açısından en düşük filmi olan Tokyo Drift ülkemiz de bir hayli sevilmişti. Özellikle soundtrack'i ile Şahinlerden çıkan bir motor sesine dönüşmüştü adeta. Hızlı ve Öfkeli serisi her zaman bizim için seviliyordu sebebi ise arabalar,basslı müzikler, hanımefendi kalçaları ve bolca aksiyon. Gençlerin en sevdiği türleri tek bir filmde toplamışlar resmen. Tokyo Drift'den sonra yapımcıların bunu bir ''dizi serisi'' haline getireceklerini göstermişlerdi bize. Aynı Harry Potter gibi her film sanki bir dizinin yeni bölümü gibiydi. Kimsenin de buna bir şey söylediği yok çünkü seviliyor. Serinin son filmi (şimdilik son film, 8. film gelecek merak etmeyin. Hatta 9 bile gelebilir.) çıkmadan önce filmin başrol oyuncularından Paul Walker bir araba kazasında vefat etmişti. Ne kadar ironik değil mi ? (Son kullandığım cümle tüm Hızlı ve Öfkeli 7 incelemelerinde bulunmaktadır.) İnsanlar buna inan

Kimsenin Okumaya Tenezzül Etmediği Bir Masalın Perisi

     Haftalardır adam akıllı evden dışarı adım atmadım. Sanki olmak zorundaymışım gibi bir köşede bekliyorum. Neyi veya niçin beklediğimi bile bilmiyorum. Belki bir ilham perisi bekliyorum ki bu sayede aptal bir şarkı yazabilirim. Ya da o ilham perisini sigara ve çay içmeye çağırabilirim. Biraz değişik bir şeyler tatsın değil mi? Sürekli birilerinin yanına gidiyor ve o kişiyi ödüllendiriyor. O kişi, perinin varlığından haberdar bile değil hatta perilere inanmıyor bile. İlham perisi bunun farkına varsa ve yaptığı işi bıraksa dünya onun için çekilmez bir hale gelirdi. Zira onun yapabildiği tek şey insanlara ilham vermek. Kulaklığını takıp uzun bir yola çıkmadı hiçbir zaman. En sevdiği yemek yok. Fobileri bile yok çünkü o işine o kadar aşık ki geri kalan her şeyi reddediyor. Bu güzel bir şey. Bir hayatı yok ama yine de bir amacı var. Başladığı yazıyı sürdürmek zorunda değil çünkü onun amacı yazmak ve devam etmek değil. Yazılanları okumak ya da gözden geçirmek. Ne yazabilir ki? "Sevgi

Unfriended - İnceleme

     Unfriended, duyurulduğu andan beri heyecanla beklediğim bir film oldu. Fragmanı çok sevmiştim, baya sevmiştim. Filmin ülkemiz de yayınlanmaması beni şaşırtmadı sadece üzdü. Sonunda filmi izleyebildim ve çok karmaşık hislere sahip oldum.      Filmin konusu, internete utanç verici videosu sızan bir kızın 1. ölüm yılında videoyu yükleyen kişi "yanına almak" için filmin karakterlerine dadanması. Bu kadar... yani öyle spesifik, karmakarışık bir hikaye yok. Filmin fragmanı yalandan ibaret! Aynı, Avengers: Age of Ultron filminin fragmanı gibi, yalan! Fragman da bizlere gösterilenle film de gösterilenler arasında dağlar kadar fark var. Mesela fragman da bizlere "korku" gösteriliyordu ama ben sadece filmin tek bir sahnesinde korktum. Bu film bir korku filmi değil. Belki bir gerilim filmi olabilir ama bir korku filmi değil! Fragman da hayaletin videoyu yükleyen kişileri teker teker sorguladığını görüyorduk adeta. Herkes birbirinden şüpheleniyor, içlerinden biri vide