Ana içeriğe atla

Güneşin, Karanlığa Ayak Uyduramaması

Yoruldum. Etkileyici bir giriş olsun diye kullanmadım bu kelimeyi, gerçekten yoruldum. Peşimde, sahip olduğum en değerli “şeyi” almaya çalışan şerefsizlerden kaçıyorum. Kasayı açmaları imkansız ama heyecan duygusunu seviyorum belki de. Tek amaçları yakala ve yok et olan wi-fi kafalı gerizekalılardan kaçmaya çalışmak ve üstüne üstlük bunu başarmak beni kendime getiriyor, onların ne kadar güncellendiği umurumda olmuyor. Zira ne kadar gigabaytlar dolusu güncellemeler alırsa alsınlar, asla organik bir şekilde gelişen kusursuz bir zihne sahip olamayacaklar. Hareketlerinin bir başkaları tarafından kontrol edilmesi ve bunu umursamaları onları bizden ayırıyor. İnsanlar ve robotlar. Tarihin en klişe savaşlarından biri olduğunun farkındayım ancak şöyle bir gerçek var ki, ortada bir savaş yoktu, hala da yok. İnsanlar, silahlarını kullanamadan her şeylerini kaybetti. Tanrılarını, ölümsüz aşklarını, asla birbirini satmayacak dostluklarını, sıcacık sevimli familyalarını ve sabunlarını. Son söylediğimi mizahi amaç uğruna yazsam da şimdi düşünüyorum da gerçekten insanlar sabunlarını kaybetti. Yansımalarına bakarken bulunan gölgenin arasında benliklerimizi arar hale geldik. Sırf bu yüzden, birisinin kavgasına şahit olmak istiyorum. Esasında, herkes gibi bende çok fazla isteğe sahibim. Doyumsuzun tekiyiz, restoranlarda yemek seçemediğimiz için. Sırf bu yüzden, keşke bende robot olsaydım diyorum bazen müzik eşliğinde. Kafamı kurcalayan hiçbir şey olmadan, başkalarının kafama yüklediği bilgilerle koşsam veya dursam. Ne güzel olurdu değil mi? Ama yok, insanız, sırf yenilgiye katlanamadığımız için başkaldırmamız lazım. İşin gücün yoksa kaplana marul atmaya çalış. Hani hep insanlık kazanıyordu bu tür savaşları. Keşke uzaylılar işgal etseydi dünyayı, en azından bize kimin saldırdığını bilmiş olurduk. Robotları üreten insanların ne suretlerini ne de isimlerini biliyoruz. Kaçıyoruz öylesine. Bunlar nereden geldi, niçin geldi, neden bunları yaptılar hiçbir fikrimiz yok. Acaba dünyayı bizden yoksun bırakarak daha iyi bir yer haline mi getirmeye çalışıyorlar? Vay be bunu yazarken ciddi olduğuma inanamıyorum. Tüm bu yaşanmışlıklara inanamıyorum. İnsanların sebepsiz yere öldürdüğüne mesela. Belki osurmaya programlıdır? Olamaz mı yani? İlla sürekli oraya buraya ateş edecekler. Bireyleri, birer birer toplumdan yok edecekler illa ki. O bir kişi, var ya o bir kişi. Bir başka kişi için ne kadar mühim bir bilsek. Bilsek diyorum zira bende bilmiyorum. Yalnız olmanın faydaları, kaybettiğin zaman uğruna üzüleceğin kavramlar yok. Merak eden olur diye söylüyorum, savaş çıkmadan önce de yalnızdım. Tabiatım böyle ya da başkalarının benimsediği tabiat farklı. Ağlamaklı şiir yazmak için sebebimin olmamasından tutunda zar zor bulduğum yemeği kimseyle paylaşmak zorunda kalmıyorum. Açız lan. Robot değiliz ki arada bir petrol filan içip ortalığı karıştıralım. Bak yine hava kararıyor. Gaz maskemin arkasında güneşin batışını izleme vakti. Güneşi de vurun ulan. Sahip olduğumuz tek şeyi. Neyse, başka bir zaman izlerim batışını öncelikle kasayı korumalıyım. Ya, hatırladın mı başlarda sarf ettiğim cümleleri? Hayatta kalmak için bana sebep veren hazinemi korumak zorundayım. Melodilerim, kelimelerim, var olmasını istediğim isteklerin hepsi onun içinde. Gel gör ki, çok hafif ve dayanıksız bir kapta muhafaza ediyorum. Bisikletime binip bok manzaralı yolu geze geze geçmek için bir sebep veriyor bana. Suyu da mahvetmişsiniz, aferin size.




 Gelecek nesil -ki nasıl gelecek bilmiyorum- nerelerde yaşadıklarını hatırlasınlar diye oraya buraya resim çiziyorum sırf bu sebeplerden ötürü. Mağara adamı misali ama ben daha güzel çiziyorum. Yaptığım karşılaştırmaya bak, kendimi bir mağara adamı ile bir tuttum. Acınacak haldeyiz. Bu arada hala yoldayım, bir yere gidiyorum ama hayırlısı. En son mağara adamı diyordum. Onlar bile bizden daha rahat yaşadıkları su götürmez bir gerçek çünkü ondan önceki neslin yok ettiği bir dünya yoktu. Birkaç saat kalan misafir gibi temiz temiz kullanıp gittiler. Şimdikiler öyle mi? Yok illa o sabunun anasını ağlatacak. Sabun yok ulan size. Az önce yazdıklarımdan anladınız değil mi, sahip olduğumuz bir önceki nesli? Robotla sevişen arkadaşım var lan benim, düşünün artık çoğu bireyin soy ağacını. Ya da düşünmeyin, iğrenç bir şey lan. İğrenç olmasının sebebi düşündüğünüz şey değil, bir Ütopyanın parçası olmaması. Hani şu insancıkları götürdükleri kamplarda anlatılan kavram. Toprağın bile bize küstüğü bu dünyada Ütopya kavramı hayalin bile ötesinde zira hiçbir güzellik böyle bir katliama izin veremez. Katliam. Kalbi sanki çığlık atan bir mikrop gibi. Ah ulan ah! Ne yapalım, taş mı atalım onların büyük silahlarına karşı? Barış istiyoruz. Özgürlük istiyoruz. Filan falan. Hepsi yalan insanın nefes aldığı her coğrafyada çünkü insanın ölmesi lazım ki o zaman dünya, dünya olabilsin. Mesela yani. Küçük bir çocukken bile hiçbir zaman Ütopya hayallerim olmamıştı. Her zaman bir Distopya hayal ettim. Kafama sıçayım. Böyle olacağını bilseydim gider köşede ağır bir kroşe beklerdim. Distopyamı özlüyorum, o bile şuan benim için bir Ütopya. Aslında her şey benim birer Ütopya. Mesele, olaylara nasıl yaklaştığınla alakalı. Az önce yolda olduğumu söylemiştim değil mi? Yolu yarıda kesmek zorunda kaldım çünkü biri az önce beni vurdu. Sonra bir daha. Ne mermiyi ne de merminin isabet ettiği yerin farkındayım. Ölüm anında ya bir ışık görürsün ya da bir müziği hatırlasın. Beni ışığa yaklaştıran müziğin sözleri. “Ay hort mayself tudeeeeey!”. Gidiyorum, güle güle ama siz olduğunuz kalın. Sizinle beraber gitmek istemiyorum, hepinizden iğreniyorum. Fazla meraklı tipler için belirtmem de bir kusur yok sanırım. Bu olayın geçti zaman parçası, bir çağa ya da bir döneme tekabül etmiyor. Bu olayın geçtiği tarih, şuan. Bunu ne zaman okursanız okuyun, şuandan yıllar öncesinde ve sonrasında, bir şey değişmeyecek. Bu yazdıklarım geçerliliğini koruyacaktır. Ama ben ne kendimi ne hazinemi koruyamayacağım. O da benimle yok olacak bir anda. O an ne zaman? Şuan. Her zamanı yaşadığımız an gibi.


Mutlu yaşayın.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hızlı ve Öfkeli 7 | İnceleme

Hızlı ve Öfkeli serisini ülkemiz de bilmeyen kalmadı diye düşünüyorum. Serinin hasılat açısından en düşük filmi olan Tokyo Drift ülkemiz de bir hayli sevilmişti. Özellikle soundtrack'i ile Şahinlerden çıkan bir motor sesine dönüşmüştü adeta. Hızlı ve Öfkeli serisi her zaman bizim için seviliyordu sebebi ise arabalar,basslı müzikler, hanımefendi kalçaları ve bolca aksiyon. Gençlerin en sevdiği türleri tek bir filmde toplamışlar resmen. Tokyo Drift'den sonra yapımcıların bunu bir ''dizi serisi'' haline getireceklerini göstermişlerdi bize. Aynı Harry Potter gibi her film sanki bir dizinin yeni bölümü gibiydi. Kimsenin de buna bir şey söylediği yok çünkü seviliyor. Serinin son filmi (şimdilik son film, 8. film gelecek merak etmeyin. Hatta 9 bile gelebilir.) çıkmadan önce filmin başrol oyuncularından Paul Walker bir araba kazasında vefat etmişti. Ne kadar ironik değil mi ? (Son kullandığım cümle tüm Hızlı ve Öfkeli 7 incelemelerinde bulunmaktadır.) İnsanlar buna inan

Kimsenin Okumaya Tenezzül Etmediği Bir Masalın Perisi

     Haftalardır adam akıllı evden dışarı adım atmadım. Sanki olmak zorundaymışım gibi bir köşede bekliyorum. Neyi veya niçin beklediğimi bile bilmiyorum. Belki bir ilham perisi bekliyorum ki bu sayede aptal bir şarkı yazabilirim. Ya da o ilham perisini sigara ve çay içmeye çağırabilirim. Biraz değişik bir şeyler tatsın değil mi? Sürekli birilerinin yanına gidiyor ve o kişiyi ödüllendiriyor. O kişi, perinin varlığından haberdar bile değil hatta perilere inanmıyor bile. İlham perisi bunun farkına varsa ve yaptığı işi bıraksa dünya onun için çekilmez bir hale gelirdi. Zira onun yapabildiği tek şey insanlara ilham vermek. Kulaklığını takıp uzun bir yola çıkmadı hiçbir zaman. En sevdiği yemek yok. Fobileri bile yok çünkü o işine o kadar aşık ki geri kalan her şeyi reddediyor. Bu güzel bir şey. Bir hayatı yok ama yine de bir amacı var. Başladığı yazıyı sürdürmek zorunda değil çünkü onun amacı yazmak ve devam etmek değil. Yazılanları okumak ya da gözden geçirmek. Ne yazabilir ki? "Sevgi

Unfriended - İnceleme

     Unfriended, duyurulduğu andan beri heyecanla beklediğim bir film oldu. Fragmanı çok sevmiştim, baya sevmiştim. Filmin ülkemiz de yayınlanmaması beni şaşırtmadı sadece üzdü. Sonunda filmi izleyebildim ve çok karmaşık hislere sahip oldum.      Filmin konusu, internete utanç verici videosu sızan bir kızın 1. ölüm yılında videoyu yükleyen kişi "yanına almak" için filmin karakterlerine dadanması. Bu kadar... yani öyle spesifik, karmakarışık bir hikaye yok. Filmin fragmanı yalandan ibaret! Aynı, Avengers: Age of Ultron filminin fragmanı gibi, yalan! Fragman da bizlere gösterilenle film de gösterilenler arasında dağlar kadar fark var. Mesela fragman da bizlere "korku" gösteriliyordu ama ben sadece filmin tek bir sahnesinde korktum. Bu film bir korku filmi değil. Belki bir gerilim filmi olabilir ama bir korku filmi değil! Fragman da hayaletin videoyu yükleyen kişileri teker teker sorguladığını görüyorduk adeta. Herkes birbirinden şüpheleniyor, içlerinden biri vide