Ana içeriğe atla

Jumanji | Geçmiş Filmler Geri Gelecek!

     Çocukluk ile ilgili anılarımızın hepsini beynimizin özel bir bölümüne saklarız. Yalan yok. O nostalji tadını tekrardan hissetmek için arada bir göz atarız o bölüme. Sonra da kelimenin tam anlamıyla "feelllsss" der ve sıkıcı hayatımıza geri döneriz. Ne güzel zamanlardı değil mi? İzlediğimiz çizgi filmler, sokakta oynadığımız oyunlar ve sürüsüyle aptalca hareketlerimizi özlüyoruz. O zamanların tadını tekrardan çıkartmak isteye isteye kendimizi de yoruyoruz. Çünkü, o an yaşadığımız duygular o an için güzeldi. Bu arada çaktırmadan tüm yazının özetini yazdım ama neyse. Peki, biz ne yapıyoruz? Eski anılarımızı canlandırmaya çalışıyoruz. Arada bir eskiden izlediğimiz çizgi filmleri internetten açıp izleriz, eski Yu-Gi-Oh kartlarımıza ya da bilyelerimize bakıp iç geçiririz. Ya da çocuk iken izlediğimiz bir filmi tekrardan izlemeye karar veririz. Sıradan bir filmi değil. Çocukken en sevdiğiniz filmi yıllar sonra tekrar izlemek. "Allah kahretsin böyle işi ne berbat bir film lan bu!!"



     Düşüncelerimiz/duygularımız, sürekli değişir. Bir zamanlar şekerli içmeyi sevdiğiniz çayı bir süre sonra şekersiz olarak sevmeye başlarsınız. Ya da başka bir örnek verecek olursam, bir aralar çikolatayı çok severken bir bakmışsınız çikolatadan nefret ediyorsunuz. Her ne kadar düşündüğümüz zaman aptalca gelse de hayatta kalmanın başlıca unsurlarından biridir. Bunu konu bambaşka bir konu, biz ana olayımıza dönelim. Bu düşünce ve duygu değişimi, nostalji tadını kursağımızda bırakıyor. Hatta azda olsa küçüklüğümüzün kendi gözlerimizin önünde yavaş yavaş yok olmasına sebebiyet verebiliyor. Aynı duyguları tekrardan hissetmek amacıyla yaptığımız bir aktivitenin bizi daha fazla sinir etmesi, insanı sinir ediyor, ki zaten sinirli insanı bununla daha fazla sinir etmek çok daha fazla sinir bozucu bir durumu da beraberinde getiriyor.

     Tekrar ve tekrar ana konuya dönmemiz gerekirse, küçük yaşlarda severek izlediğiniz bir filmi "ulan ne güzel filmdi ya!" diyerek bir daha izlemeye çalışmadan önce temkinli davranın. Kendimden örnek vermek istiyorum -zira bu film yüzünden şu an okuduklarınızı yazmaya karar verdim-. Jumanji diye bir film var. Robin Williams abimiz ve Kirsten Dunst (a.k.a Mary Jane)'ın oynadığı 1995 yapımı bir kitap uyarlaması. Filmin özeti, nereden çıktığı belirsiz şekli şemali bozuk bir masa oyunu var ve bu oyunu iki çocuk oynuyor içinden hayvan çıkıyor. Evet, hayvan. Sonra işte efenime söyleyeyim bu çocuklardan biri oyunun içine giriyor -yani bir ormana- sonra diğer çocuk "aaaa" diye kaçıyor ve aradan yıllar geçiyor ve yine iki tane çocuk (bir Allah'ın kulu şu çocuklara sahip çıksın) bu oyunu oynuyor filan falan. Valla hiç filmi anlatasım yok anladığınız üzere. Ben daha çok bana neler hissettirdiğini anlamak istiyorum. En azından 8-9 yaşlarındaki bir çocuğa neler hissettirdiğini.

     8-9 yaşlarında bu filmi ilk defa televizyonda izlemiştim. Tam olarak o anı hatırlayamasam da filmin adını unuttuğumu çok iyi hatırlıyorum. Benim için harika bir filmdi. Robin Williams'ın sempatisi, filmin konusu ve görselliği baya hoşuma gitmişti. O zamanlar internet bu kadar yaygın olmadığı için ve ben bilgisayar kullanmaktan pek anlamayan bir çocuk olarak uzunca bir süre tekrar televizyonda denk gelene kadar film benim için bir süreliğine otobüste gördüğümüz güzel kız konumundaydı. Otobüste bakışırsınız, hoşunuza gider ve durağı geldiğinde iner ve onu bir daha görmezsiniz ya, ha işte oydu. Neyse, aradan geçen zaman içerisinde bu durum tersine döndü ve filmi tekrar ve tekrar izlemiştim. Sonraysa uzunca bir süre filmi izledim. Yıllar boyunca tekrardan izlemememe rağmen film aklımda harika olarak yer edinmişti bir kere. O tabuyu yıkmak istemiyordum, sanırım bu yüzden uzunca bir süre filmi izlemedim. Ancak, sonunda pes ettim ve bir gün küçük kardeşimle oyun oynarken filme denk geldim ve izlemek zorunda kaldım. Zorunda değildim, aslında içten içe izlemek istiyordum. Kardeşimle oyun oynaya oynaya arada oturarak da olsa filmi izledim. Evet, bunu yaptım. Tahmin ettiğiniz üzere hayal kırıklılığına uğradım. Jenerik akmaya başlarken "o kadar da iyi değilmiş lan" derken buldum kendimi.

Kirsten Dunst, Robin Williams ve şu çocuk (Adını bilmiyorum bakmaya da üşendim.)

     Ya kabul ediyorum, Robin Williams hala sempatik, konusu ve görselliği yine hoş ancak geri kalan yok. Robin Williams olmasaydı film gözümde daha kötü bir yere düşebilirdi. Konu güzel olmasına rağmen senaryo bitişi çok kötü yapıyor. Ha bu arada, dediğim gibi bu bir kitap uyarlaması ve ben kitabını okumadım, o yüzden sadece film üzerinden yorum yapıyorum. Neyse, senaryo filmin çıkış yıllına göre fena başlamamasına rağmen bitişi çok kötü yapıyor. Filmin sonunda sırf her şeyi düzeltmek için gelmiş geçmiş en kötü yöntemi kullanıyorlar. Karakterlere baktığımızda sadece Robin Williams ve David Alan Grier (Alt taraftaki kişid) ikilisi dışında sempatik gelen başka karakter yok. Zaten bir elin parmağını geçmeyecek sayıda karakter var ama çoğu boş. CGI eski bir film olmasına rağmen hiç şımarmayan bir kalitede. Bu arada ilk defa bu filmde, bilgisayar üzerinde tasarlanmış gerçekçi saç ve tüyler kullanılmıştır. Robin Williams için değil, CGI hayvanlar için.
David Alan Grier'in canlandırdığı Carl karakteri.

          Onun dışında övecek bir şey bulamıyorum. Film iyi değilmiş. Burada önemli olan filmin iyi veya kötü olması değil aslında. Filmi beğenmemek. Küçük yaşta bir kör olarak her şey çok güzel gelirken o kadar da iyi olmadığını fark etmek... Film bittikten sonra, dondurma kabında dolma bulmuşa dönüyor insan. Beklentin daha güzel bir üzerine olunca, "meh" bir şey ile karşılaşınca hayal kırıklılığı ister istemez oluşuyor insanda. O yüzden mazide kalan güzel duygularınızı tekrardan yaşamak isterseniz, önce bir durun ve kendinize "bunu yapabilir miyim?" diye sorun. (YAPAMADI)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hızlı ve Öfkeli 7 | İnceleme

Hızlı ve Öfkeli serisini ülkemiz de bilmeyen kalmadı diye düşünüyorum. Serinin hasılat açısından en düşük filmi olan Tokyo Drift ülkemiz de bir hayli sevilmişti. Özellikle soundtrack'i ile Şahinlerden çıkan bir motor sesine dönüşmüştü adeta. Hızlı ve Öfkeli serisi her zaman bizim için seviliyordu sebebi ise arabalar,basslı müzikler, hanımefendi kalçaları ve bolca aksiyon. Gençlerin en sevdiği türleri tek bir filmde toplamışlar resmen. Tokyo Drift'den sonra yapımcıların bunu bir ''dizi serisi'' haline getireceklerini göstermişlerdi bize. Aynı Harry Potter gibi her film sanki bir dizinin yeni bölümü gibiydi. Kimsenin de buna bir şey söylediği yok çünkü seviliyor. Serinin son filmi (şimdilik son film, 8. film gelecek merak etmeyin. Hatta 9 bile gelebilir.) çıkmadan önce filmin başrol oyuncularından Paul Walker bir araba kazasında vefat etmişti. Ne kadar ironik değil mi ? (Son kullandığım cümle tüm Hızlı ve Öfkeli 7 incelemelerinde bulunmaktadır.) İnsanlar buna inan

Kimsenin Okumaya Tenezzül Etmediği Bir Masalın Perisi

     Haftalardır adam akıllı evden dışarı adım atmadım. Sanki olmak zorundaymışım gibi bir köşede bekliyorum. Neyi veya niçin beklediğimi bile bilmiyorum. Belki bir ilham perisi bekliyorum ki bu sayede aptal bir şarkı yazabilirim. Ya da o ilham perisini sigara ve çay içmeye çağırabilirim. Biraz değişik bir şeyler tatsın değil mi? Sürekli birilerinin yanına gidiyor ve o kişiyi ödüllendiriyor. O kişi, perinin varlığından haberdar bile değil hatta perilere inanmıyor bile. İlham perisi bunun farkına varsa ve yaptığı işi bıraksa dünya onun için çekilmez bir hale gelirdi. Zira onun yapabildiği tek şey insanlara ilham vermek. Kulaklığını takıp uzun bir yola çıkmadı hiçbir zaman. En sevdiği yemek yok. Fobileri bile yok çünkü o işine o kadar aşık ki geri kalan her şeyi reddediyor. Bu güzel bir şey. Bir hayatı yok ama yine de bir amacı var. Başladığı yazıyı sürdürmek zorunda değil çünkü onun amacı yazmak ve devam etmek değil. Yazılanları okumak ya da gözden geçirmek. Ne yazabilir ki? "Sevgi

Unfriended - İnceleme

     Unfriended, duyurulduğu andan beri heyecanla beklediğim bir film oldu. Fragmanı çok sevmiştim, baya sevmiştim. Filmin ülkemiz de yayınlanmaması beni şaşırtmadı sadece üzdü. Sonunda filmi izleyebildim ve çok karmaşık hislere sahip oldum.      Filmin konusu, internete utanç verici videosu sızan bir kızın 1. ölüm yılında videoyu yükleyen kişi "yanına almak" için filmin karakterlerine dadanması. Bu kadar... yani öyle spesifik, karmakarışık bir hikaye yok. Filmin fragmanı yalandan ibaret! Aynı, Avengers: Age of Ultron filminin fragmanı gibi, yalan! Fragman da bizlere gösterilenle film de gösterilenler arasında dağlar kadar fark var. Mesela fragman da bizlere "korku" gösteriliyordu ama ben sadece filmin tek bir sahnesinde korktum. Bu film bir korku filmi değil. Belki bir gerilim filmi olabilir ama bir korku filmi değil! Fragman da hayaletin videoyu yükleyen kişileri teker teker sorguladığını görüyorduk adeta. Herkes birbirinden şüpheleniyor, içlerinden biri vide